CANAN
Ay, 3 Kız ve Cin, 2015, Tül üzerine kumaş, payet, ip, 200 x 250 cm
Mitolojilerde Ay çoğunlukla farklı işlevleri olan tanrıça olarak tanımlanır. Dişil olarak bilinir bu yüzden de Eski zamanlarda Büyük Tanrıça çeşitli safhalarda görülür ve resmedilirdi. Buna göre değişen pek çok adına ramen 3 temel fazı vardı. Başlangıçta bakire veya el değmemişliğin sembolü olarak hilal. Dolunay karnı şişmiş bir şekilde karşımıza çıkan anneliği sembolize ederdi. Küçülen Ay ise yaşlı bilge kadın olarak gösterilirdi.
Geleneksel Astrolojide Ay hafıza ile ilintilidir. Hatırladığımız ve deneyimlediğimiz her şey Tanrıçanın kazanına atılır. Bu yüzden Ay duygularımızı, alışkanlıklarımızı, kısaca kişisel bilinçaltımızı temsil eder. Bazı ezoterik astrologlar Ay’ı eski karmamız olarak adlandırırlar.
Modern Psikolojinin kurucularından olan Jung ise, bireysel bilinçdışında bulunan diğer yüzümüzü gölge olarak adlandırmaktadır. Gölge engellediğimiz her şeyi yapmak isteyen, olamadığımız her şey olandır.
Gerçek “bize ait olan” gölgemizin, ilkel denetimsiz ve hayvansal yanımızın ortaya çıkmasıdır. Gölge aynı zamanda kendini kişileştirir de. Birinden hoşlanmadığımızda bu beğenmeyişin mantıklı bir nedeni yoksa, o kişide bize hoş gelmeyen bir nitelik bulunduğundan kuşku duymalıyız. Gölge, aşağılık ya da çok ilkel bir insan biçiminde ya da hoşlanmadığımız biri olarak rüyalarda ortaya çıkmaktadır. Gölge bireysel bilinçdışıdır. Toplumsal standartlara ve bizim ideal kişiliğimize uymayan tüm vahşi istek ve duyguları kapsar. Utanç duyduğumuz ve kendi hakkımızda bilmek istemediğimiz herşeydir. İçinde yaşadığımız toplum ne kadar dar ve kısıtlayıcı olursa gölgemiz o kadar geniş olacaktır.
Gölge bilinçdışı olduğundan ona sıradan eğitim yöntemleriyle ulaşamayız. Gölgemiz davranışlarımızın tümüyle dürtüsel olduğu bebekliğimizden bu yana aynı kalmıştır. Büyük bir olasılıkla da insanın dünya üzerine adımını attığı zamandan beri aynı kalmıştır. Çünkü gölge doğal, yani içgüdüsel insandır.
Gölge bireysel bilinçdışından da öte birşeydir. Kendi zayıflıklarımız ve başarısızlıklarımız söz konusu olduğu sürece kişiseldir, ancak tüm insanlarda var olan ortak bir yön olduğu için kolektif bir olgu da denebilir. Gölgenin kolektif yönü şeytan, cadı ve benzerleriyle dile getirilir.
Bilinçdışının bu yönlerini açıklamakta gölge sözcüğünü seçerken, Jungun aklında karanlık ve belirsiz birşeyi önermekten daha fazlası vardır. Kendisinin belirttiği gibi güneş olmadan gölge olamaz ve (bireysel bilinçdışı anlamında) bilincin ışığı olmadan Gölge söz konusu olamaz. Işığın ve karanlığın, güneşin ve gölgenin gerekliliği şeylerin doğasında vardır. Gölge kaçınılmaz bir olgudur ve insan o olmaksızın bütünleşemez.
Jung “gölge ego, kişiliğin tümünü tehdit eden ahlaksal bir sorundur” der. Dahası o, küçümsenmemesi gereken çok önemli bir toplumsal sorundur. Hiç kimse ahlaksal kararlılığı, fikirlerinde ve standartlarında yeni düzenlemeler olmaksızın gölgeyi kavrayamaz. Jung hoşgörü ve sevgi olmadan hiçbir düzelmenin gerçekleşmeyeceğini ima etmektedir. Hoşgörü ve sevgi ise topluma ters düşenleri iyileştirmekte iyi sonuçlar verdiği kanıtlanmış olan, fakat kendimize yapıcı biçimde biçimde uygulamayı düşünmediğimiz davranış biçimleridir.
Her bir cinsiyetin eşit biçimde bir personası ve bir gölgesi vardır ve aradaki tek fark da bir erkeğin gölgesinin başka bir erkek, kadının gölgesinin de bir başka kadın olmasıydı. Bilinçdışı, bilincin bakışacısını bütünlemektedir. Bir erkeğin bilinçdışı bütünleyici bir dişi öğeyi, bir kadının bilinçdışı ise bir erkek öğeyi barındırmaktadır. Jung bunları anima ve animus olarak adlandırır.
Jung “erkeğin bilinçdışında kadının kolektif bir imajının var olduğunu ve onun bu imaj yardımıyla kadının doğasını kavradığını söyler. Bunu da Anima olarak adlandırır. Jung’a göre Anima 3 kökten türemiş gibidir: Bir erkeğe miras kalan kadının kolektif imajı, yaşamı boyunca kadınlarla olan ilişkilerinden kaynaklanan, kadınlarla ilgili deneyimi ve içindeki gizli kadınsı köken.
Anima
Akıllıdır, ancak alt edilmeyecek kadar değil. Daha çok “garip bir biçimde anlamlı bir şey, bir giz ya da gizli bir bilgelik ona sıkı sıkıya sarılmıştır”
Erkeğin kadınsı özünü bastırdığı, kadınsı nitelikleri değersiz saydığı ve kadınları aşağılayıp umursamadığı durumlarda sözü edilen karanlık yönün kendini göstermesi çok mümkündür. Bazen iyi veya kötü ruhlu perileri andıracak bir karakterle eski sirenlerin (mitolojide gecen deniz perileri. Şarkılarıyla denizcileri kayalıklara çekerlerdi) ya da onların günümüzdeki temsilciliklerinin yaptıkları gibi erkekleri işlerinden ve evlerinden koparacak güçte kişilikler de ortaya çıkar. Mitolojide ve edebiyatta Tanrıça ve “femme fatale”(ölüm getiren,felaket getiren kadın), “binlerce gemiyi yoldan çıkaran yüz” “La belle dame sans merci” (acımasız güzel kadın) ya da peri masallarından denizkızı, su perisi, yarı Tanrıça, bir erkekten kendini sonsuza kadar sevmesini isteyen, yoksa boğularak ölmesi için onu çekiciliğiyle su altına çeken Tanrıçaları biçiminde sık sık görülür.
Anima, erkeğin kulağına saçma sapan kavramlar fısıldayarak onunu dikkatini toplama çabasını engeller, kendisinde fizikssel yetersizlik olduğu biçiminde belirsiz ve hoşolmayan bir duygu yaratarak gününü zehir eder ya da çekici hayallerle uykusuna tebelleş olur. Kendisini animasına kaptırmış bir erkek denetlenemez duygulara yem olur.
Kadınlardaki animus erkekteki animanın karşılığıdır. Anima gibi o da üç kökten türemiş gibi görünmektedir: Bir kadına miras kalan erkeğin kolektif imajı, yaşamı boyunca erkeklerle olan ilişkilerinden kaynaklanan, erkeklerle ilgili deneyimi ve içindeki gizli erkeksi köken.
“Ay: üç kız ve cin” bu sembollerden yola çıkarsak “kollektif bilinçdışının” bir yansımasıdır. Yazının başlangıcında bahsedilen ezoterik öğretilerde eski karmamız olarak tanımlanan Ay, Jung psikolojisine göre kollektif bilinçaltındaki dişil enerjiyi yani “kadınlık imgesini” temsil eder. Uc kız, apaçık olarak ortak bilinçaltımızda yatan erkekliğin “Anima”sıdır. Yani kadının kollektif imajı, kadınların tarih boyunca erkeklerle olan ilişkilerinden kaynaklanan deneyimi ve biyolojik cinsiyeti ne olursa olsun her insanın içinde bulunan kadınlığı temsil eder ve bu kadınlık esir alınmış duygusundadır. Resimde bulunan “şeytan, cin ya da iblis” olarak tanımlayacağımız karakter ise bu kollektif bilinçaltındaki esir olarak düşmüş kadınlık imgesine sebebiyet veren erkeklik imgesidir ve yine her insanda bulunan erkekliği tanımlar. Bu açıdan okuma yaptığımızda “iblis, şeytan, cin” gibi kötü olarak tanımlanan erkeklik imgesi, kollektif bilinçaltında yatan suçluluk duygusunu temsil eder. Yerleştirmenin bir parçası olan gölge ise, bizim bireysel bilinçdışımızdaki kollektif bilinçdışının iz düşümüdür. Kendi vahşi ve denetimsiz bilinçdışımızda yer alan erkeklik ve kadınlık imgesi buradan beslenir.